Thursday, April 24, 2008

Yok aslinda birbirlerinden farki!

Isvec'in devlet TV'sinde Mormon'larin cok evliliklerini konu alan Big Love gösteriliyor...Burada tarikat denilince akla hep Yehova ve Mormon'lar geliyor. Hatta P-O'un en iyi arkadaslarinin, babadan can en kucuk amcalarinin bu tarikatta oldugunu duymustum. Mormon da ne diye, sordugumda: Isyerinin tumu ayni tarikata uye ve icki icmedikleriydi. Yehova komsumuz da kilise vergisi bizim duydugumuz gelirlerinin %10'u nu, 'biz degil mormonlar öyle yuksek veriyor' diye, yanitlamisti...Bahsettigim diziyi daha önce TV'de rastlamistim ama tamamini seyretmedigim icin Mormonlarla ilgili oldugunu anlamamistim. Son gunlerde tum dunya medyasi Texas'daki olaylarla bunlarin pisliklerini ortaya cikardi zaten...

Hiristiyanlik daha eski olduguna göre, 'Islamiyet cokesliligi, cocuk denilecek yastaki kizlarla evliligi bile kopya mi etmis' diye, dusunmeden edemedim. Neyseki sayi 4 de kalip, kadinlara daha az haksizlik edilmis!

Ustteki resim buradan...Bugunun TR örnegine de suradan ulasabilirsiniz...

Tuesday, April 22, 2008

Yine Mine Kirikkanat'tan

Sex and the society
İyi ki Türk basını var da, Fransa’daki “toplum” haberlerinin üstü kapalı geçilen kök gerçeğini öğrenebiliyoruz!Fransız basını, olayı “Kültür Bakanlığı’nın üst düzey bir memuru, özel televizyon kanalı TF1’in uluslararası müdürü Patrick Binet’nin evinde ölü bulundu. Maktulün tecavüz hapı olarak bilinen sentetik uyuşturucu GHB aldığı belirlendi,” diye vermişti. Arif olan anlardı, tabii. Ama bizdeki ariflere mi, tariflere mi pek güvenmeyen Türk basını, cinsel içeriğini bastıra bastıra olayın adını koydu: Medya patronunun gay seks partisi ölümle bitmişti... Ben Türk basınındaki şeffaflıktan yanayım. Dört ağbi bir evde buluşmuş ve biri aşırı dozda tecavüz hapı almaktan cızlamı çektiyse, olay mahalli elbette gay seks partisidir. Ancak Vatan’da da yer alan habere gösterilen okur ilgisine ve yorumlarına çok şaşırdım: Biri, “İnsanda Allah korkusu olmazsa,” diye köpürtüyor, diğeri “Bütün sapıklar dünyaya bunlardan yayılıyor,” diye çitiliyor, öteki “İşte Batı’nın bize ithal etmek istediği, AB’ye girmek için çabaladığımız kültür,” diye duruluyor, beriki, “Pompei ve Lut kavimleri de bu ahlaksızlıklardan batmıştı,” diye kuruluyordu. Sanırsınız ki Türkiye’de gay yok, olanlar herhalde Batı’dan ithal, Allah korkusu varsa seks yok, uyuşturucu yok, seks âleminde ölen yok... Seks ya da uyuşturucudan ölen varsa, onlarda da Allah korkusu yok, sanki.Oysa gerçek bu değil. Her ülkede olduğu gibi Türkiye’de de eşcinseller, aralarında da benim çok sevdiğim arkadaşlarım var. Ne en zararlı, ne de en ahlaksız nüfusu oluşturuyorlar. Tam tersine; çoğu, heteroseksüel çoğunluktan daha düzgün, daha mert insanlar, bu bir.İkincisi, Türkiye’de uyuşturucu ve seks içerikli suçlardan gazete sayfalarına düşen ünlü ünsüz kişiler arasında, ister homoseksüel olsun ister heteroseksüel, tek bir örnek yoktur ki ateist olsun...Tam tersine, halen hapishaneleri dolduranların istisnasız hepsi Allah’a sığınır, mahkemede bile suçsuzluklarına Allah’ı şahit gösterir, kendilerini “haksız” yere mahkûm edenleri Allah’a havale ederler vb...
***Eğer tarih ibret olacaksa, Pompei ve Lut kavimlerinin ahlaksızlıktan battığından önce bilinmesi gerekir ki, Türkiye tarihinde Allah korkusu olmayan ateistler, ancak ve yalnız siyasal suçlardan mahkûm olmuşlardır. 85 yıllık Cumhuriyet döneminde, seks, uyuşturucu gibi suçlardan hüküm giymiş tek bir ateiste rastlayamazsınız. Hatta “adi suç” tan mahkûm bir ateist bulamazsınız. Çünkü ateizm, çok ciddi bir kültür disiplinidir.


Okumak, düşünmek ve ne cennet ödülü ne cehennem cezası, kısaca Allah korkusundan bağımsız var olmayı gerektirir. Bu varoluşu da dinsel değil, hümanist ahlaka, yani insan saygısına dayandırır. Ödül vaadine ve ceza korkusuna değil.

Ateist ahlakı ateist olarak övdüğümü sananlara hemen açıklayayım: Ben ateist değilim. Sadece dinsizim. Dinlerden bağımsız evrensel bir Tanrı’ya inanıyor ve kendimi de, sizi de, her şeyi de onun parçası olarak algılıyorum. Başka bir deyişle, “En’el hak!” diyenlerdenim. Ama tanrı inancım, ateizmin ahlak sağlamlığına saygı duymamı engellemiyor. Üstelik, Allah korkusu yokluğunun suç ve suçlu oranlarını artırdığı görüşü sadece yanlış değil, koca bir yalan. Türk toplumu, Osmanlı’nın son dönemleri dahil hiç bugünkü kadar dindar olmamış, Allah korkusuyla hiç bu kadar tehdit edilmemiş, tarikatlar, tekkeler hiç böylesine yayılmamış, bunca bol camisi ve imamı olmamıştı. Ama Türk toplumunda suç ve suçlu oranında da böylesine bir patlama yaşanmadı; ahlaksızlık, namussuzluk, hırsızlık, gasp ve cinayet bugün olduğunca yaygınlaşmadı.Türkiye, Allah Allah naralarıyla soyuluyor, deşiliyor ve oyuluyor. Ama daha fazla Allah korkusu salmayı, bu sefahat, ahlaksızlık ve cürme hâlâ daha çare olarak gören varsa, Sünni şeriatın başkenti Riyad’taki hastanelerin çok özel servislerine bir göz atmalarını öneririm: Suudilerin, Sri Lanka, Endonezya, Bangladeş gibi yoksul ülkelerden getirttikleri, işkence ve tecavüz kurbanı çocuk yaşta köleler o servislerde “dikiliyor.” 2003 yılı istatistiklerinde Suudi Arabistan’da işkence gören ve tecavüze uğrayan yabancı işçi sayısı 7000’in üstündeydi. Bilmem ahlakın ne ve kimde olmadığını anlatabildim mi?

Dogu Perincek

Sevgili arkadasim Fulya epeydir yazmiyordu. O yuzden son yazilarini kacirmisim...

Dogu Perincek'in bir yazisini postalamis. Ona da link vermem farz...

"Tekirdağ'dan Türkiye'yi seyrediyorumTekirdağ 1 No.lu F Tipi Cezaevi'nden Türkiye'yi seyrediyorum. Türkiye bu çözülmeden, bu dağılmadan bir tek devrimle kurtulur.ÇOCUKLARINA EKMEK GÖTÜREMEYEN BABAAncak iki yavrusunun beynine kurşunu sıktıktan sonra kendi hayatına son veren işsiz babayı artık bir devrim bile kurtaramaz. Giden gitmiştir. Görevini yapmadan gitmiştir; yavrularına ekmek götürememiştir.İkincisi, Tayyip Erdoğan'ın yüklediği üçüncü çocuk görevini de yerine getiremeden gitmiştir. Birden ürperiyorum, ya üçüncü çocuğu da olsaydı, bir kurşun da onun kafasına sıkacaktı.BEYEFENDİ GAZETECİLERSeyrediyorum Türkiye'yi Tekirdağ 1 Nolu F tipi Cezaevi'nden.Yeni Şafak ve Milliyet gazetelerinin 3 hafta önceki tantanalı haberleri düşüyor aklıma: Türk subayları "Doğu Perinçek'in referansıyla" Barzani ve Talabani'ye 24 bin silah götürmüşler. Hem de 12 tır yükü. Ve 6 bini yine Türk subayları tarafından PKK'ya teslim edilmiş. Mehmetçiği vuran silahları, o Mehmetçiğin komutanları teslim ediyor PKK'ya!Kimlerdir bu haberi koca koca puntolarla manşetten veren Yeni Şafak gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni, haber müdürleri, sorumluları? Onlar adına da üzülmemek için gazetenin künyesine bakmıyorum. İsimlerini bilmemek daha iyi!Telefonla Milliyet Genel Yayın Yönetmeni Sedat Ergin'i arıyorum. Konuşmama fırsat vermiyor, mazeretini açıklıyor hemen, Milliyet'i o da uçakta okumuş. Dün İzmir'deymiş.Milliyet'in o psikolojik savaş haberini verdiği gün bütün yöneticiler mi İzmir'deydi acaba? Artık gazeteleri çıkaran sorumlular, kendi gazetelerini uçakta mı okuyorlar? Peki kimler yayınlıyor bu Fethullahçı Gladyo imalatlarını? Üç beş gün önce, bu kez Tekirdağ F Tipi Cezaevi'nde yine Milliyet'i açıyorum. Haber başlığı "Doğu Perinçek'i yakan ifade!" Altını okuyorum, Doğu Perinçek Çin ajanıymış, Rus ajanıymış!Gülüyorum, Sayın Sedat Ergin dostumuz yine İzmir'e gitti herhalde diyorum. Bu işin şakası! İzmir falan değil, Sedat Ergin öyle görülüyor ki Bilderberg'ten hiç dönmemiş! Veya dönmüş de vicdanını orada vestiyerde bırakmış.ÖRTÜYÜ KALDIRIYORUMBeyefendi gazetecidir, görünüşte pek terbiyelidir; severim de kendisini. Ama sistem terbiyelisine terbiyesizine bakmıyor; hepsine görevler yüklüyor. Sedat Ergin'lere şu görev; Fehmi Koru, İsmet Berkan, Emre Aköz'lere o görev! Mehmet Barlas da efendi adamdır. "Bu efendi görüntüleri, bu terbiyeli halleri neyi örtüyor" diye soruyorum kendi kendime. Örtüyü kaldırıyorum, altında bir vicdan kırıntısı, bir hakikat ve sadakat sığınağı, bir sorumluluk duygusu var mı diye bakıyorum. Gördüğüme üzülüyorum, göremediğime de... Hiç olmazsa Dostoyevski'nin "İnsancıklarını" bulsaydım. İnsan yetersiz olabilir, düşkün olabilir, gördüklerimiz başka bir şey! Bilmiyorlar mı onlar Doğu Perinçek'in İşçi Partisi Genel Başkanı olduğunu, başka örgütlerin emir ve disiplini altına alınamayacağını, Türkiye'deki devlet dâhil hiçbir devlete boyun eğmediğini ve eğmeyeceğini? Bilirler! Ancak bu çözülen Türkiye'de onlara yüklenen misyon, bilgi vermek değildir; bilgiyi kirletmektir; gerçekleri çiğnemektir; bu milleti ayakta tutan, birbirine bağlayan değerleri yıkmaktır.HARCANANLAR TARİHİNE GEÇENLER BAŞI DİK YAZARLARIMIZBir de Radikal Genel Yayın Yönetmeni İsmet Berkan var. O, Sedat Ergin, Mehmet Barlas türünden değil; Fehmi Koru, Şamil Tayyar, Zihni Çakır, Perihan Mağden, Engin Ardıç, Emre Aköz türünden. Başka deyişle ön cepheye sürülen özel görevlilerden. Yazdığı "Ergenekon darbeler tarihi"ne bakınız, bütün darbeleri kendi gazeteciliğine vuruyor; ismini harcananlar tarihine yazdırıyor. Basınımızın kahramanları da var; başı dik gazetecilerimiz, hakikat aşkıyla yaşayanlar. Onlar, milletin ayağa kalkan vicdanıdır: Erol Manisalı'lar, Bekir Coşkun'lar, Melih Aşık'lar, Rıza Zelyut'lar, Rahmi Turan'lar, Hasan Pulur'lar, Mehmet Türker'ler, Emin Çölaşan'lar, Behiç Kılıçlar, daha niceleri ve gerçekleri halka taşımak için fedakarca çalışan haberciler.YURTSEVERLİK TERÖR LİSTESİNDEMisyon belirlenmiş. Hem de yüksek merkezlerden. Yurtseverlik yasadışı ilan edilmiş. Milliyetçilik ABD'nin, AB'nin ve elbette Tayyip Erdoğan'ın İçişleri Bakanlığı'nın Terör Listesi'ne alınmış. Eski MİT Müsteşarı Sönmez Köksal'ın Vatan gazetesinde yayınlanan açıklamasını dikkatli okuyunuz. PKK, Türkiye için tehdit listesinden aslında çıkartılıyor, ulusalcılık listenin başına yazılıyor. Öyleyse vurun yurtseverliğe, vurun Milli devlete, vurun o Milli devletin kurucusu Atatürk'e!Yakın Almanya'da Türklerin evlerini! Beysbol sopalarıyla döve döve öldürün Danimarka'da gazete dağıtan Türk çocuğu Deniz"i!Türk'ü yakmak, Türk'e vurmak, Türk'e söğmek ırkçılık değildir; Avrupa standartlarıdır.Müslüman'ı yakmak, Müslüman'a vurmak, Hz. Muhammed'e hakaret etmek; yobazlık değildir; Kopenhag kriterleridir.GÖĞSÜ DARALAN YARGIÇTekirdağ'ın "dağı" var ya, işte eğilip bükülmeyen kişiliğimle, teslim alınamayan vicdanımla, devrimci bir hayatla oluşmuş bilincimle, emekçi halka bağlılıktan ve bilimsellikten beslenen kararlılık ve söze bağlılığımla, o dağın üzerinden İstanbul'a bakıyorum. Beşiktaş'ta bir yargıç kürsüde, yüzüme bakamıyor, göğsü daralmış, derin derin soluklanıyor. O'na nasıl yardım edebilirim, vicdanına oksijen mi çekmek istiyor diye düşünüyorum. Hayır, tersine vicdanına oksijen gitmesin istediği için göğsü sıkışıyor. İnsanın vicdanına direnmesi zor iş! Belki üç çocuğunu tamamlamış, belki kolejde okuyorlar. Düzen kurulmuş, Fethullahçı Gladyo tezgâhı çalıştırıyor. O tezgâhın tıkır tıkır işlemesi ile göğsü daralan yargıcın ve çocuklarının kurulu düzeni ister istemez aynı sistemde buluşuyor.Birden aklıma yeniden, yakınları ile telefonda helalleştikten sonra yavrularının kafalarına o kurşunları sıkan işsiz baba geliyor. Göğsü sıkışan yargıcın bozulmasın istediği küçük dünyası ve o işsiz babanın yıkılan dünyası, hepsi aynı dünyanın manzaraları. Vicdanları soluksuz kalan küçük dünyalar ve çocuğuna ekmek götüremeyen, sönen dünyalar... Biri olmasa, öbürü de olmayacak!GEMİCİKLERİ OLAN ÇOCUKLARYalnız o Beşiktaş'taki yargıcın, yalnız o terbiyeli gazetecilerin, yalnız o evine ekmek götüremeyen işsiz babaların çocukları yok; başka çocuklarda var bu Türkiye tablosunda. Stadyum uzunluğunda gemicikleri olan çocuklar... Büyük hırsızların, sıcak para komisyoncularının, haram yiyen faizcilerin, tarikat rantçılarının çocukları...O gemicikleri olan zavallı çocukların beyinlerine, vicdanlarına, hayatlarına sıkılan kurşunları, akıtılan zehirleri düşünüyorum; bir baba olarak, o işsiz babanın şu an bulunduğu yer daha iyi.YAMAN ÇELİŞMETablo şimdi tamamlanıyor. O haram yiyici babalar çocuklarına gemicikler alsın diye, o işsiz baba evine ekmek götüremiyor! Ve işsiz baba henüz "üç çocuk yapın" talimatını tamamlayamadan, iki kız evladının beynine o iki kurşunu sıkıyor.Ve o zavallı çocukların altına gemicikler çekilirken, bir Cumhuriyet yıkılıyor! Atatürk terör listesine alınıyor ve çözüm zindanlara tıkılıyor. ABD ve AB'den milliyetçiliği tehdit eden fetvalar geliyor. İşte yaman çelişme!Çocuğuna gemicik alan haram yiyiciler ile çocuğuna ekmek götüremeyenlerin çelişmesi!Küresel zalimler ile devletsiz ve vatansız bırakılmak istenen koskoca bir milletin çelişmesi!SüperNATO güdümlü Fethullahçı Gladyo ile Namık Kemal'lerin, Mustafa Kemal'lerin, Doğan Öz'lerin, Eşref Bitlis'lerin, Uğur Mumcu'ların 150 yıllık çelişmesi!Peki o beyefendi gazeteciler, o göğsü sıkışan yargıç bu çelişmenin neresinde?Sisteme herkes üç çocuğuyla bağlanıyor; küçük dünyalarıyla!DÖRT ÇOCUĞUMUZ VARBizim, sağolsun Şule Perinçek, dört çocuğumuz var. Tayyip Erdoğan bilse, bizi çok sevecek. Üç çocuktan bir fazla yaptık. Onlara gemicik almaya yönelmedik; kâğıttan gemi yapmayı öğrettik; emek vermeyi bilsinler, yaratıcı olsunlar diye.Hiçbirinin ehliyeti yok, işlerine ve okullarına otobüsle, dolmuşla gidiyorlar; yurttaşlarıyla omuz omuza. Onlara okumayı, öğrenmeyi, varlıklarını gereğinde milletleri için feda etmeyi, devrimciliği öğrettik;- Hiçbir baba çocuğuna ekmek götüremez hallere düşmesin diye.- Ve hiçbir çocuk, zahmetsiz emeksiz gemiciklere konmasın, haramzade olmasın diye. - Ve hiçbir anne, hiçbir gelin, şehit olan yavrusunun ve nişanlısının tabutuna kapanıp ağlamasın diye. Evet, bizim dört çocuğumuz var: bizi mahçup etmiyorlar. Türk milletinin de 24 milyon çocuğu var.Bütün alametler devrime işaret ediyor. Kıyametin kutsal kitaplardaki tanımı değil mi şu yaşananlar:PKK iftihar listesine girdi.Biz terör listesine!Bu durumda Türkiye de devrim listesine!Peki, Tayyip Erdoğan-Abdullah Gül ikilisi hangi listede?150 yıllık Türk Devrimi tarihine bakın, özellikle İstiklal Mahkemesi tutanaklarına, orada yazıyor.http://www.aydinlik.com.tr/Dogu Perincek (aydinlik dergisi basyazisi )"

Pirinc Alma, Yeme,...

Biyo, buyuruyor!

Benim de desteklemem farz! Diyor ki;

"Canım S.A'dan bana gelen bir maili yayınlamak boynumun borcudur.

Arkadaşlar ,

Uluslararası para mafyası ve onların yerli işbirlikçileri paralarını pirinçe yatırarak , çok büyük miktarda pirinç stoğu yaptı ,Türkiye'de pirinç fiyatlarını toptan 400 bin liradan 4 milyon liraya kadar çıkarttı , bir süre daha stoklarını piyasaya sürmeyerek 5 ytl e çıkınca süreceklermiş . Tüketici birlikleri bir süreliğine boykot çağrısı yapıyor. Bu stokları 1 hafta 10 gün içerisinde piyasaya sürmezlerse büyük zarar edeceklermiş , herkesi ay sonuna kadar , 1 Mayıs'a kadar kesinlikle pirinç almamaları konusunda uyarıyorlar . 15 gün pirinç yemezsek ölmeyiz, ama stokçulara bu milletin duyarsız olmadığını , aptal olmadığını , gerektiğinde tepki verebileceğini duyurmak lazım . Ben Mayıs ayına kadar kesinlikle pirinç almayacağım , lokantada yemekhanede pirinç pilavı yemeyeceğim , etrafımdakileri de uyaracağım . Pirinçi 5 ytl yerine 1 ytl'den yemek istiyorum . Bu maili yayın , milletimiz gözünü açsın artık . Yazarın Notu:Şimdi bizim öyle tuhaf bi milletimiz var ki.Birşeyi "boykot edelim"diye ne kadar çağrı yapılırsa bok var gibi ona hücum ederler.Bi ara fransız mallarını da protesto etmiştik,en basitinden "danone almazsak ölmeyiz" demiştik,o dönem marketlerde danone yok sattı anasını satiim. Şimdi de millet savaş çıkacak gibi hiç almadığı kadar pirinci alacak evine,lokantalarda "görmedik görgüsüzler"gibi pilav isteyecek!Peeeee. Hadi bakalım bu boykot ne kadar ses getirecek göreceğiz eyy çılgın Türkler! Ben bulgura da pirince de ara verdim.Yaz geliyor hem ayol.Yemeyin bi müddet gebermezsiniz!Alla allaaaaaa! "

Thursday, April 10, 2008

Isvec'te Okul ve Karne!

Isvec'te ilkokul da karne verilmiyor. Buna karsilik 1 yasindan sonra yuvalarda ve okulda her dönem velilere cocuklarin gelisimiyle ilgili bilgi veriliyor...

Gecen yil merkez sag hukumetinin bir vaadi de 'okullarda ögrencilerin daha iyi ögretilecegi, not sistemine daha önce gecilmesi' idi...Buna karsilik sosyal demokratlarin lideri, biz kucucuk cocuklari, bunda iyi bunda kötu diye, damgalamak istemiyoruz, demisti...

Dun Alp'in gelisim görusmesine gittik. Cok iyi, dedi ögretmeni. Gelecek hafta da Ege'ninki var.

Burada 2001'liler 2008'in sonbaharinda 1. sinifa baslayacak. Liseye kadar 9 sene okuyacak, 8. sinifta karne aliniyormus (Simdi ögrendim). 6 yasi da katarsak lise öncesi 10 yil, 3 ya da 4 yil da lise...6 yas grubunda, cocugu okula hazirlama, harfleri, rakamlari ögretme, bolca oyun ve hercesit spor dallarini tanitma, öncelikli hedef. Kanada'da 4 yasinda okul öncesine baslayip, 2 sene devam ediliyor ve 6 yasinda 1. sinif basliyormus, toplam 12 yilmis Uni'ye kadar. Tr'de 2001 liler ilk seneye basladi. 8 ilk ögretim+4 sene lise okuyacaklar. Isvecli cocuklar Kanadali ve TR'li cocuklardan en az 1 yas daha yasli olacaklar, calismaya ya da Uni.ye basladiklarinda...

Dun P-O'nun 15 yaslarindan beri dönem dönem kocluk yaptigi tenisci ikizler geldi. Bizde mac seyretmek istemisler. Su anda 22 yasindalar. Biri Uni'de marangozluk bölumune baslayacakmis. (P-O simdiden bizde pratik yapabilecegi isler hazirlamaya basladi bile). Liseden sonra burada, Norvec'te tenis hocaligi- koclugu yaptilar. Biri Norvec'ten önce gelip unlu bir spor magazasinda calisti. Diger ikizin matematiginin seviyesini yukseltmesi gerekiyormus yuksek okula baslamasi icin...Uni.de okuyanlara devlet 2000 SEK karsiliksiz yardim veriyor, 50 yasinda okumaya kalkarsan yardim yok...Ilave ogrenciler devletten 7500 SEK te aylik borc alabiliyor. O yuzden iki ogrenci dayali doseli evli ve cocuklu olarak gecinebiliyor...

Wednesday, April 9, 2008

Gazeteport Okuyorum!

Artemis linkini verdiginden beri hic bir yazisini kacirmadim Kiymet Nadir Binbir'in.

Linki tiklama zahmetine girmeyecekler icin bir yazisini daha kopyaliyorum...

“Hasta la victoria siempre!”07.04.2008


4 Nisan 2008’de Venezuela’da; Devlet Başkanı Hugo Chavez çimento sanayiinin yabancı şirketlerin elinden alınarak derhal devletleştiriliceğini açıkladı..
Venezuela’nın çimento sektörü, Meksika’nın Cemex, Fransa’nın Lafarge ve İsviçre’nin Holcin şirketlerinin elindeydi.
Chavez; “Venezuela’da konut sıkıntısı varken özel şirketlerin dışarı çimento ihracına izin veremeyiz, stratejik sanayi maddesidir” diyerek şirketlerin çimento ihracını da yasakladı.
Chavez, 2006’da da Venezuela’daki petrol şirketlerinin yüzde 60 hisselerini Devletin enerji grubuna devretmelerini sağlamıştı.
4 Nisan 2008’de Türkiye’de; özelleştirilerek Lübnan’lı Hariri’ye satılan ve artık Türk olmayan Telekom (Recep Bey Hariri Hanedanı veledleriyle kapalı kapılar ardında gizli görüşmeler yapmıştı), emekliliğini dolduran 4 bin çalışanının sözleşmelerini feshedeceğini duyurdu.
Ol Hariri; Telekom ihalesini alabilmek için 48 bin kişiye istihdam olanağı sağlamayı vadetmişti.
Chavez, kimine göre otokrat/diktatör, kimine göre kahraman, fakir fukaranın sesi. Kesin olan birşey var ki; Chavez, iktidara geldğinden bu yana, zamanında özelleştirilmiş, yabancı şirketlere satılmış sanayisini hızla devletleştirirken ‘kamu yararı’, ‘ulusal çıkar’ gözetiyor, ülkesinin ve halkının çıkarlarına uygun icraatlar yapıyor.
AKP Hükümeti kimine göre vatana ihanet içinde, kimine göre demokrasinin, reformun gülü. Altı yıldır ‘kamu yararı’, ‘ulusal çıkar’ (ay gene ulusal dedim) gözeterek bir icraatta bulundukları görülmedi. Bu kavramlar son altı yılda yasak değilse bile tedavülde olmayan kavramlar.
Tüm icraatları, AB’ye Uyum Pakedi adı altında, ya Türkiye’de yaşayan yabancıları rahatlatmaya yönelik oldu ya Türkiye’nin tüm zenginliklerini ele geçirmeye çalışan çokuluslu/yabancı şirketleri.
Chavez 1998’de seçimle iktidara geldi, 2006’da altı yıllığına yeniden seçildi. Venezuela halkı ‘şimdiye kadar Venezuela’nın gördüğü en demokratik ortamda’ yaşadığını düşünüyor. Halk Chavez’in devrimlerini (aman devrim dedim, başıma iş alır mıyım?) ve Başkanlarını ‘güçlü’ bir kişilik olarak tanımlıyor.
İkinci AKP Hükümeti’nin bundan sonraki seçimlere kadar önünde uzun yıllar vardı, fakat dosyası Anayasa Mahkemesinde... Seçmen yaştaki nüfusun yüzde 75’i (ben yüzde 47 oy aldıklarına hiç inanmadım, gerçek oyları yüzde 25 civarıdır diyorum) bu Hükümet’in ülkeye daha fazla zarar vermesinin önlenmesini istiyor. AKP’nin anladığı anlamda demokratik ortam sadece Fatih’in Çarşamba Mahallesinde var (Admin Beyciğim, buraya o mahalledeki karaçarşaflılarla sarıklı-poturluların bir resmini sıkıştırnız lütfen).
Chavez Bush’un sevdiği bir kişilik değil. Çünkü, gelişmekte olan ülkelerle birleşerek ABD zorbalığına karşı bir kartel oluşturmaya çalışıyor. Mikrofonlara Bush için ‘eşşek’ ve ‘sarhoş’ diyebiliyor. Espirili de bir kişilik Chavez.
Abdullah Bey ve Recep Bey ise Bush’un sevdiği kişilikler. Partileri için kapatma davası açıldığında, (AB ve) ABD arkalarındaki desteğini hissettirecek güçlü mesajları derhal verdi/veriyor. Espiri, mizah yetenekleri yok, karikatürleri çizildiğinde tazminat davası açıyorlar. Bush’a itaatsizlikleri sözkonusu olamaz.
Chavez’i desteklemeyen nüfus, Venezuela’nın kaymak tabakası. ‘Sosyal devrim’ çerçevesinde yaptığı devletleştirmelerden memnun değiller.
AKP Hükümeti’ni desteklemeyen Türkler (hernekadar ‘seçkinci elit’ olarak anılıyorsak da) çalışan, üreten, artı değer yaratan orta sınıf. Kaymak tabaka tüm desteğiyle AKP’nin arkasında.
ABD’nin, petrol zengini Venezuela’nın ‘egemenliği’ üzerinde haliyle hain emelleri var. Chavez’in cesaretinin diğer Latin ülkelerine yayılması korkusunun rahatsız ettiği Bush yönetimi, Chavez’i devirme teşebbüsünde de bulundu. Güney ve Orta Amerika’daki, Karayiplerdeki bütün diktatörleri destekleyen ABD, Chavez’e korkuyla karışık nefretle yaklaşıyor. Chavez ABD emperyalizmi için büyük tehlike.
ABD’nin Türkiye’nin egemenliği üzerine de planları var, o nedenle AKP Hükümeti’nin iktidardan uzaklaştırılmasını istemiyor. AKP’ye muhalif her hareketi anti-demokratik ilan ediyor. AKP, ABD emperyalizminin planlarını gerçekleştirebilmesi için ideal kadro.
Chavez Venezuela’da sosyal bir ‘eşitlik’ düzeni kurmaya çalışıyor. Sosyal reformları en alt tabakadan başlayarak yapıyor.
AKPliler ise, birkaç yılda cukkalıyıverdikleri şaibeli servetlerinin suçluluğu içinde, insanlara ‘ölümde/ölümden sonra’ eşitlikten bahsediyorlar.
Chavez Venezuela’da, fakir halka daha fazla eğitim ve sağlık hizmeti verecek sistemler kuruyor.
AKP Türkiye’de eğitimi Kuran kursu düzeyine indiriyor, sağlık, sosyal güvenlik sistemini darmadağın ediyor.
Chavez ABD medyasına “Eğer yabancı medya kuruluşu dışarıdan ülkemize gelerek Venezüela'ya karşı emperyalizmin oyunlarının bir parçası olursa derhal sınırdışı edilecek! CNN'dekiler! Beni dikkatle dinleyin! Bu sadece bir uyarı!” demişti.
AKP; The Economist’in, Financial Times’in Türk Mahkemelerine tehditleriyle moral buluyor.
Chavez’in Venezuela çimento sanayisini yabancı şirketlerin elinden alarak devletleştirdiği gün Türkiye’de telekomünikasyonun Lübnanlı sahibi 4 bin çalışanına kapıyı gösterdi. Necip Türk basını Gülhane Parkındaydı / ne Telekom çalışanlarının isyanının / ne Chavez’in devletleştirmesinin farkındaydı. ABD medyasının AKP’ye attığı destekle meşguldüler.
Lübnanlı bir işadamının, ya da İngiliz İstihbaratıyla bağlantılı bir Genel Müdürün de (Paul Doany) Türk ulusal çıkarlarına uygun hareket etmeleri beklenemezdi netekim...
Chavez’in reformlarıyla AKP Hükümeti’nin reformları arasındaki fark ‘kamu yararı’,‘ulusal çıkar’ farkıdır. Birincisi kendi halkının yararına değişiklik yapar iken, ikincisi emperyalist ülkelerin, çokuluslu şirketlerin, AB’nin ve ABD’nin çıkarına hizmet etmektedir.
Bugün Chavez’e bir mektup yazmaya kalksam, Che’nin Castro’ya son mektubundaki gibi “Hasta la victoria siempre!” (‘Sonuna kadar, zafere kadar!’ ya da ‘Hastayım amca sana’) diye bitirirdim.
Özelleştirme yoluyla Türkiye’nin tüm sanayisini, stratejik bölgelerini, haberleşmesini yabancılara devreden, reform adı altında ülkeyi pazarlayanlara bir mektup yazmaya kalksam “Hastasınız siz” ya da “Hasta ettiniz” diye..."

Tuesday, April 8, 2008

Gunaydin!

Bugunlerde evde yaptigimiz bahar temizligiyle ilgili bir posta gönderecektim ama yeni fotograf makinasinin kablosunu bulamadim. Kis geri geldi, birkac cm kalinliginda kar yagdi.

Reha Muhtar'la tek yakinligim, yillar önce Yeniköy Kahvesi'nde pazar sabahi yan masalarda oturmuslugumuzdan ibarettir. O zamanlar sanirim yeni artiz sevgilisinden ayrilmisti. Yaninda 2 arkadasi ve elinde bir yigin gazete vardi. Tr'deyken yaptigi Tv programlari beni cileden cikartiyordu dersem yalan olmaz...Vatan'a gectiginden beri yazilarini duzenli olmasa da severek okuyorum. Bugunku de su...

Thursday, April 3, 2008

Sobe, Sobe!

Kirmizi bavul da bulundu artik bahanem yok birikmis sobeleri yazmam gerekiyor...



1. sobede Meltem bir muzik klasöru yapmami istemis. Öyle zor ki benim gibi 7 yildir muzik dinleme yerine, dil ögrenmek icin mp3 de habire haber programi olan radyo dinleyen biri icin. Muzik evde P-O nun tekelinde. Hatta benimle arasira dalga geciyor: 'söyle hangi artiz senin favorin, tum CD lerini alip önune serecegim seve seve' diyerek kafa buluyor. Anliyacaginiz hicbir zaman tutkunu oldugum bir ses ya da besteci olmadi. Aslinda Istanbul'da yasarken Efes'in Blues Festival veAcik Hava Tiyatrosu'nun caz konserlerini de hic kacirmazdim...



Eski bir sinemasever olarak klasöre 2 soundtrack albumunden:

Miles Davis'in (ayni adli Jodie Foster'in oynadigi film) 'Siesta'si;

Eric Serra, Deep Blue (dream);

ile

Jan Garbarek, A.Braham, S.Hussain: Madar'indan bir klasör olustursam ebeligi savmis olur muyum Meltem'cigim?


2. sobe cok önemli bir konu: 'cocuk istismarini durdurun' diye, Özlem ve Artemis sobelemisler...


keske böyle bir sobe yazilmak zorunda kalinmasaydi. Ben anne olduktan sonra, cogumuzun anladigi anlamda cocuklarin istismara ugradiklarini duydugumda, duyarliligimin ruhsal durumumu bozacak seviyelere geldigini bu vesileyle itiraf etmeliyim. Her kötu haberde sanki kendi bebegimin basina gelmis gibi etkileniyordum. Abartip Isvec'i sucladigim bile olmustu da, P-O'nun 'dunyanin heryerinde hasta insanlar vardir' telkiniyle artik genellemelerden ve önyargilardan kurtuldugumu söyliyebilirim...


Dunyadaki tum cocuklara layik olduklari guzellikte istismarsiz bir yasam diliyorum...


Sobe de yazilmasi istenilenler:

* Banner


* "Çocuk istismarını durdurun" sloganının yazıda geçmesi.

* Çocukluğunuzdan hatırladığınız ilk şarkı ve şu anda dinlediğinizde hissettirdikleri.


Bebekligimden beri hep bahsettiklerinden cocuklugumda ki gibi net animsadigim bir sarki var: 'Twist' . Annem ve babannemle ben 9 aylikken bir kina gecesine gitmisiz. Genc kizlar Safranbolu yöresinin atlama, duz denilen defle calinan oyun havalari yerine koca bantli teyipten caldiklari 'Twist'le dans etmisler. Eve gelip ingilizce bilmeyen babannem ve annem 'twits de, gel! twist de, gel! abidik gubidik twist de, gel! ' dediklerinde bezli popoyu iki yana sallayarak twist yapip, taytay durmaya baslamisim.

Doctus baslatmis bu sobeyi ve 'dunyayi kurtaracak mim'diye adlandirmis, lutfen sitelerini tiklayin. Sobelenmemis olanlari toptan sobeliyorum...